Dünyanın en lezzetli konyağı
Gusto Dergisi – Sayı 123 – Kasım 2011 – Mehmet Yalçın
73. ölüm yıldönümünde andığımız Atatürk, fırtınalı denizden Dolmabahçe Sarayı nöbetçilerinin kurtardığı balıkçıya içi ısınsın diye konyak ikram ettirecek kadar ince düşünceli bir beyefendiydi…
“Bozkırdaki centilmen…” Bundan 10 yıl önce, yine böyle bir Kasım ayında Atatürk’ün ölüm yıldönümü dolayısıyla kapak konumuzu bu başlıkla ona ayırmıştık. Ertuğrul Yatı’nın güvertesinde zarif gümüş takımlarla yemek yediği bir fotoğrafına yer vermiş, üzerine de “Atatürk’ün gustosu” spotunu yerleştirmiştik. İç sayfalarımızda ise yazının girişindeki başlığı atmıştık. Cumhuriyet’in kurucusunun bir centilmen olarak portresini aylar süren bir araştırma sonucunda kaleme almıştım. Ve o sayıdan sonra, ölümünün üzerinden 63 yıl geçmiş Atatürk’ün yaşam biçimindeki inceliklerle ilgili yazılacak fazla bir şey kalmadığını sanmıştım. Yanılmışım…
Hemen her yıl duyulan yeni bir anekdot, ortaya çıkan yeni bir anı ya da bilgi, Atatürk’ün kişiliğine hayranlığımı daha da arttırıyor. Örnek mi? Tarih profesörü Hikmet Özdemir’in yeni çıkan Atatürk’ün Ardından-Sir Percy Loraine’in Tanıklığı kitabı. 144 sayfalık kitapta, 30’lu yıllarda İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği görevini yürüten Loraine’in anılarını okuyorsunuz. Ve “Sizinle baş başa görüşürsem diğer elçiler gücenir. Lütfen dışişleri bakanı ile temas ediniz” diyerek dünyanın en güçlü devletinin temsilcisiyle bile mesafesini bir milim bozmayan ilkeli bir Cumhurbaşkanı görüyorsunuz.
Atatürk, kanlı savaşlardan geçmiş, tozlu cephelerde yetişmiş bir asker olmasına rağmen gerçekten de nüansların ve inceliklerin adamıymış. Melih Aşık’ın Milliyet’teki köşesinde geçenlerde aktardığı, Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun Atatürk’ün Yanıbaşında kitabında yer alan bir anısı, bunun muhteşem bir örneği.
Ulusu, Atatürk’ün Dolmabahçe’de kaldığı yıllarda bir gün Atatürk’ün yanına çıkmış. Atatürk önündeki dosyayla ilgilenirken, o da camdan dışarı bakıyormuş. Birden, şiddetli lodosun kabarttığı denizde dalgalarla boğuşan bir sandalın devrildiğini görmüş. Telâşla Atatürk’ü uyarmış, Atatürk de camı açtırıp saray rıhtımındaki nöbetçilere “Denizde adam var, derhal kurtarın!” diye seslenmiş. Sandalı devrilen balıkçı uzun uğraşlar sonucu kurtarılabilmiş. Önce doktor tarafından muayene edilmiş, sonra da hamama yollanmış. Perişan haldeki balıkçıya temiz iç çamaşırları ve giyecek bir kat elbise verilmesi de ihmal edilmemiş.
Balıkçı temiz esvapları giyip kendine gelince önce bir sıcak kahve, sonra da bir kadeh konyak içmiş Ata’nın emriyle. Atatürk adamın geceyi hastanede geçirmesini isteyince de Cerrahpaşa’ya yollanmış, bir polis memuru da karısına haber vermek için evine gönderilmiş.
Atatürk balıkçıyı ertesi gün de merak edince, adam saraya getirtilmiş. Büyük önder denizde sigaraları ıslanan adama bir kutu sigara ve 50 lira da harçlık verdikten sonra, “Geçmiş olsun” diyerek uğurlamış bu deniz emekçisini…
1 dolar bile dövize muhtaç genç Cumhuriyet’te, o yıllarda Fransa’nın konyağı yoktu muhtemelen. Yine büyük ihtimalle Atatürk balıkçıya adını da kendisinin koyduğu Tekel kanyağından ikram ettirmişti. Ve dünyanın en lezzetli konyağı (pardon kanyağı) da, herhalde içi titreyen balıkçıya o gece Cumhurbaşkanı’nın ikram ettiği bu konyak olsa gerekti…
Siz de fikrinizi belirtin