Batıyı damaktan fethederken
Gusto Dergisi – Sayı 124 – Aralık 2011 – Mehmet Yalçın
Türk lezzetleri dünyaya açılma yolunda. Ama ülkesinin gastronomi önderleriyle işbirliği yapmayan bir sanayi lezzette marka yaratabilir, bir üst lige tırmanabilir mi?
Puslu bir kış sabahı Londra’nın göbeğindeki Picadilly caddesi ilk bakışta ıssız görünüyor. Ama 181 numaralı binanın önü arı kovanı gibi. “Kraliçe’nin mezecisi” olarak bilinen, Buckingham Sarayı’nın resmî yiyecek ve içki tedarikçisi Fortnum & Mason burası. 1707’de kurulan bir damak tadı tapınağı. Yıllar önce kilitli bir camın ardındaki küçücük balzamik sirkenin fiyatını sormuş, yaşlı ve fraklı bir yetkiliden “100 pound sir… 50 seneliktir o” cevabını almıştım. Gönülsüz cevabıyla sanki “Bu seni aşar, genç adam” demek istiyordu.
Köprülerin üzerinden çok sular akmış, mağaza kibirinden arınmış, kravatsız genç tezgâhtarlarla dolmuş. Zaten içerisi de daha açık tonlarda ve aydınlık, süpermarketten hallice bir havada. Eski ağırlığı yok ama eski cazibesi de yok.
Caddeye çıkıyor ve 50 metre yürüyorum. Bu kez girdiğim mağaza daha davetkâr. Güler yüzlü bir genç kız çikolatayla kaplı bir lokum sunuyor. İngilizler çikolataları, kahveli drajeleri ve kuru kayısı kutularını hayran hayran inceliyorlar. Mağazanın kapısında, Türkçe “Kahve Dünyası” yazıyor… “Şu çılgın Türkler”in birkaç yıl önce kurulan bir kahve zinciri, 300 yıllık aristokrat mağazanın yanı başında…
Gelmiş geçmiş en büyük film yönetmenlerinden Luis Bunuel, Son Nefesim adlı otobiyografik kitabında “Bir ülkenin orduları ve bankaları ne kadar güçlüyse; sanatı, edebiyatı, sineması da o kadar güçlü görünür” diyordu. Bence buna gastronomiyi de eklemeli. Ve Türk lezzetlerinin yükselişini de, biraz da bu gözle düşünmeli.
Türkiye, canlı ekonomisi, stratejik önemi, eğitimli ve dinamik genç nüfusu ve artan sermaye birikimiyle dünyanın en hızlı yükselen ülkelerinden biri. Ve bu her değerine yansıyor, onları daha da parlatıyor. Türk şarapları mesela, dünyanın en sofistike şarap ortamlarında bile konuşulur oldu. İngiliz şarap yazan Jancis Robinson Dünya şarapçılığının geleceğinin tartışıldığı Hong Kong’da “Bordo’nun ötesi” tadımında geleceğin 20 yıldızından biri olarak Kavaklıdere Öküzgözü’nü tattırdı. Eskiden biz yurtdışından şarap dolu valizlerle dönerken, turistler ülkelerine Türk şarabı götürür oldular. Rakı da uluslararası açılımda, Yeni Rakı dünyanın içki devi Diageo’nun kanatları altında Almanya’da TV reklamlarıyla büyük bir atak başlattı bile. Sırada ABD var… Baklava Avrupa’ya Yunanistan’dan açıldı, çikolatada ise okumuz zirvedeki hedefi vurdu; Godiva artık Türklerin… Çayımız, tulum peynirimiz, balımız, sucuğumuz, Boğaz’ın benzersiz “meruar”ının ürünü lüferimiz, hatta kekikle otlayan kuzularımız, hepsi birer birer dünya lezzet sahnesine çıkmaya aday. Son yıllarını “Akdeniz beslenme piramidi”ni keşfetmekle geçiren gıda ve tıp uzmanlarının yakında “Anadolu beslenme piramidi”ni inceleyeceklerine, tarhananın, şalgam suyunun, nar ekşisinin mucizevi özelliklerini keşfedeceklerine bahse girebilirim.
Peki son yıllarda büyüyen ve güçlenen, her geçen gün daha fazla dışa açılan Türk lezzet endüstrisi bunu yukarılara taşıyabilecek ve arzuladığı katma değeri yaratabilecek mi? Kuşkuluyum…
Lezzet dünyasının “marka” olmaya çalışan, “gurme ürünler” diye adlandırdıkları nişlere uzanan, birinci lige çıkmak isteyen girişimcileri, gastronomi dernekleriyle, lezzet yazarlarıyla, Gusto gibi dergilerle, hatta tasarımcı ve sanatçılarla güçlü işbirliklerine sahip değiller.
Çıkmaya çalıştıktan ligi tanımıyor, oradaki oyun kurallarını bilmiyor, bu yüzden de zaman ve para kaybettirecek vahim hatalar yapıyorlar.
Mutfağımızın kaplanları, aydınlarını yanlarına almadan bu topal halleriyle ne kadar hızlı koşabilecekler, doğrusu merak ediyorum…
Siz de fikrinizi belirtin